Mevlevihane’de akşam yemeğine davetliyiniz.Yemekten sonra semaa gidildi.Binbir sanat eseriyle dolu mevlevihane’nin billur avizeli ışıkları altında gözde olmaktan çıkmış gibi görünen dervişler,ayin yerinin değirmi sahasında kollarını kanatlanmışlar gibi açıp, başları kollarından oumz küreklerine doğru düşük, çıplak ayakların sessiz çevikliğiyle hem mihveri, hem mahreki yapılan hareketler neticesi entarilerinin bel kayışından aşağı kısımlarını beyaz bir şemsiye gibi şişirerek hülyalı hülyalı dönerken, üst mahfildeki kudumların tempoları içinden yükselen ney nağmeleri, bütün kubbeyi doldurduktan sonra aşağıya, fakat yalnız kulaklara değil, ruhları yıkayan manevi bir şelale halinde içimize dökülüyor.
Gazi de memnundu.Mevlevihane’den ayrıldıktan sonra, beni imtihan etmek isteyen tarafını saklayarak, sanki kendisi öğrenmek istermiş gibi bir eda ile sordu:
-Bu Mevlana nasıl adamdır?
-Pek iyi bilmiyorum amma dedim, herhalde çok büyük bir adam olacak ki, musiki, raks, şiir gibi dincilerin hoş görmedikleri şeyleri tarikatına ayin ve esas yapmış.Bana yeşil kubbesinin sivriliği ile göklerden birşey tırmalıyor gibi geliyor!
Neşeli neşeli gülüyor!
Ve neden sonra, zihinden geçen düşünce silsilesinin bize son halkasını gösterir gibi söyleniyor:
-Mevlana büyük adamdı, büyük adamdı.
İSMAİL HABİP SEVÜK