Ethem Ve Kardeşleri Zaman Kazanmak İçin Bizi Yanıltmaya Çalışıyorlardı
Gerçekte mesele çözülmemişti. Yapacağım açıklamalardan anlaşılacaktır ki, Ethem Bey ve kardeşleri zaman kazanmak için bizi yanıltmaya çalışıyorlardı.Maksatları mümkün olabildiği kadar yeniden kuvvet toplamak; Düzce’de bulunan Sarı Efe kuvvetleriyle Lefke’de bulunan Gök Bayrak taburunun kendilerine katılmasını ve Demirci Mehmet Efe’nin de kendileriyle birlikte isyan etmesini sağlamak; bir yandan da cephe komutanlarını değiştirmek, ordudaki subay ve erlerin kendilerine karşı koymamaları için propagandaya fırsat bulmaktı. Gerçektende, Simav ve Bölgesi Komutanı, Simav’a gitmek üzere Kütahya’dan geçerken, Ethem ve Tevfik Bey’ler tarafından durdurulup, kendi emirleri altında ve gösterecekleri yerde hizmet ettirilmek üzere Kütahya’dakalması emredilmiştir. Bu emirlerinin onaylanması gereğini de 10 Aralık 1920’de Cephe Komutanlığı’ndan istemişlerdir. Görülüyor ki, her şeyyoluna girdi denildiği halde, başlangıçtaki itaatsizlik durumu aynen devam etmekteydi.
Ethem Bey, Konya, Ankara, Haymana dahil her tarafa ellerinde özel şifreler bulunan ve irtibat subayı adını taşıyan birtakım memurlar göndererek yeniden silâh ve hayvan toplamaya başladı. Bunlara verdikleri görev ve hükûmet memurlarına yaptıkları tebligat hakkında bir fikir edinmek üzere, örnek olarak, 7 Aralık 1920’de Ankara’nın kuzeyindeki Kalecik Kaymakamına gönderdiği yazıyı aynen okuyayım :
Kütahya, 7.12.1920
Kalecik İlçesi Kaymakamhğı Yüksek Katına
Kuva-yı Seyyare müfreze komutanlarından olup aşağıda kimliği yazılı İsmail Ağa, zâtıâlinizin ilçesi dahilinde Kuva-yı Seyyare’ye bağlı izinli ve izinsiz mücahitlerle yeniden silâh ve hayvan toplayarak bize katılacak olan vatanseverleri alıp getirmek üzere görevlendirilerek Kalecik’e gönderilmiştir. Kendisine vatan için gerekli her türlü yardımın yapılmasını ve kolaylık gösterilmesini rica ederim, efendim.
Umum Kuva-yı Seyyare Kütahya Havalisi Komutanı Ethem
Batı Cephesi Komutanı’nın, Kuva-yı Seyyare Komutanlığı’ndan eldeki cephane miktarını ve son Gediz savaşında ne kadar topçu cephanesi sarfedildiğini sorması üzerine, Kuva-yı Seyyare Komutan Vekili Tevfik imzasıvla 11 Aralık 1920’de bu yazışınızdan bize güvenmediğinizi anlıyorum. Cephane ne yenir ne içilir; ancak düşmana atılır. Böyle bir güven meselesi akla geliyorsa, cephane göndermeyebilirsiniz, şeklinde cevap verilmekte idi.
Efendiler, burada ufak bir noktaya dikkatinizi çekeyim. Görüyorsunuz ki, Ethem Bey, cephede ve kuvvetinin başında olduğu halde,Tevfik Bey yine vekil olarak yazışma ve işlemler yapıyordu. Bir tek kuvvet üzerinde aynı yetkide iki ayrı komutan…
Cephe Komutanı, 13 Aralıkta, sorulan soru ve alınan cevap suretlerini bilgi için bana göndermişti. Hükûmetçe, anahtarı olmayan şifrelerle özel şifreler kullanılması genellikle yasaklanmıştı. Halbuki, EthemBey’in özel memurları ve milletvekillerinden bazı arkadaşları, bu yasağa uymadan şifre haberleşmelerine devam etmekte idiler. Pek tabiî bunlara engel olundu. Bunun üzerine, Ethem Bey, İsmet Paşa’ya yaptığı13-14 Aralık 1920 tarihli bir müracaatında : “Bazı ihtiyaçlar ve benzeri eksikler için Ankara ve Eskişehir Kuva-yı Seyyare irtibat subaylarına çekilen telgrafların durdurulmakta olduğu anlaşılmıştır. Haberleşmelerimizin yasaklanması veya güçlüğe uğratılması şeklindeki işleınlere lütfen son verilmesini rica ederim” diyordu. Halbuki, irtibat subaylarının açık haberleşmeleri yasaklanmamıştı. Yasaklanan, özel şifreli haberleşmeydi.Ethem Bey’in sözünü ettiği Ankara ve Eskişehir’deki subayların hiçbir haberleşmeleri yasaklanmış ve bu subaylar tarafından da EthemBey’e şikâyette bulunulmuş değildi. O günlerde, Eskişehir’e çektirilmeyen bir özel şifre vardı. Fakat o, komutan ve milletvekili diye imza atan Ethem Bey’in bir arkadaşının şifresi idi. Onun için İsmet Paşa,Ethem Bey’e verdiği cevapta bunu kendisine haber verenin kim olduğunun bildirilmesini istemişti.
Çerkez Ethem Hükümetin Kanunlarını Tanımıyor
Efendiler, başlıbaşına dikkati çeken bir muameleyide burada belirteyim. Bu tarihlerde Kütahya’da Mutasarrıf Vekili Kadı Ahmet Asım Efendi adında bir zat bulunuyordu. Kütahya’da Mevki Komutanı ünvanıyla Ethem Bey tarafından tayin edilmiş Abdullah Bey adında da biri vardı. Bu komutan, kaçak asker ailelerinden bazılarını sürgün edilmek üzere Kütahya Mutasarrıf Vekili Ahmet Asım Efendi’ye gönderir. Mutasarrıf Vekili, sürgün işlemlerinin son çıkarılan kanun gereğince, İstiklâl Mahkemesi’ne ait olduğunu bildirerek evrakı komutanlığa geri gönderir. Bunun üzerine, Mevki Komutanı, Mutasarrıf Vekili’ni gece vakti makamına getirtmeye kalkar. Mutasarrıf Vekili, gece meşgul olduğundan sabahleyin görüşebileceğini bildirir. Komutanın gönderdiği erler, Mutasarrıf Vekili’nin evinin harem kapısını kırmak suretiyle zorla içeri girerler ve kendisini hakaret edici sözler söyleyerek alıp götürürler. Sorguya çektikten sonra, aynı gece silâhlı bir müfrezeyle on dört saat uzaklıkta bulunan Kuva-yı Seyyare Komutanı’nın huzuruna getirirler. Ondan sonra da Kütahya’dan çıkararak uzaklaştırırlar. Kadı olmak ve Mutasarrıf Vekili bulunmak dolayısıyla, çeşitli Bakanlıkların büyük bir memuru durumunda olan bir kimsenin uğradığı bu saldırı ve karşılaştığı ağır muamele, şüphesiz doğrudan doğruya hükûmete yöneltilmiş bulunuyordu. Bu olay üzerine,Meclis’te, hükûmete gensoru açıldı. İlgili Bakanlıklar, Cephe Komutanlığı’ndan suçluların Harp Divanı’na verilmelerini istediler. Cephe Komutanı’nın, Kuva-yı Seyyare Komutanlığı’nca soruşturma yapılıp sonucunun bildirilmesini isteyen telgrafına, 19 Aralık 1920’de Umum Kuva-yıSeyyare ve Kütahya Havalisi Komutan Vekili Mehmet Tevfik imzasıylagelen cevapta : “Abdullah Bey her ne yapmışsa tarafımdan verilen kesin emir üzerine yapmıştır ve yapmaya da mecburdu. Bu konunun gerekçesi ilgili Bakanlıklara arz edilmişti. . . Kendisinin geri dönmesiiçin kesin emir verildiği zâtıâlîniz tarafından bildiriliyor. Döndüğü takdirde… mutlaka idam edeceğim….” deniliyordu.
Efendiler, milletin vekillerinin emriyle görevine iade edilmek istenenbir memurun idam edileceğinin bildirilmesi, elbette Anayasa ve kanun hükümleriyle bağdaştırılamazdı. 13 Aralık 1920 günü Ethem Bey,Ankara’daki kardeşi Reşit Bey’le, makina başında açık telgraflarla uzun uzadıya görüştü. Bu görüşmelerin özeti şuydu : “Ethem Bey, bukonunun mutlaka Meclis’te görüşülmesini sağlayınız. Sarı Efe denilen Edip’in kendi müfrezesiyle Gök Bayrak taburuna katılması için haber gönderiniz. Meclis vasıtasıyla komutanları çektiriniz. Meclis kararıyla olmadığı takdirde, bir yolunu bulup bunu hemen sağlayınız” diyor; “patlatacağı bombaları da İngilizlerin işiteceğini ve bunun patlamasının da pek yakın olduğunu” söylüyor. Reşit Bey’in verdiği cevaplar arasında da dikkati çeken şu sözler yer alıyordu : “Kuva-yı Seyyare’nin düşmana karşı savunma yapmamasını, bunu tümenlere bırakmasını ve Edip’le bizzat haberleşmesini, buna engel olunduğu takdirde Cephe Komutanı’yla yeniden ilgisini kesmesini” söylüyordu.
Reşit Bey, bu haberleşmelerle ilgili telgrafları olduğu gibi bana gönderdi. Kendisi yanıma gelmedi. Zaten Eskişehir’den Kütahya’ya gidip döndükten sonra yanıma gelmemişti. Kendisini yanıma çağırttım. Ne istediklerini sordum… “Cephe komutanlarını değiştiriniz” dedi. “Yerine koyacak adamlarımız yoktur” dedim. “Beni tayin ediniz, ben daha iyi yaparım” dedi. “Cephe komutanlarını değiştirmek önemli bir meseledir. Genel durumumuzu zayıflatır. Böyle bir teklifi kabul etmek kolay değildir.uygun da düşmez” cevabını verdim.
Aynı gün, yani 13 Aralık 1920’de Ethem Bey’e yazdığım bir telgrafta,Reşit Bey’le makina başında yapılan haberleşmeleri okuduğumu söyledikten sonra, bu konunun resmen Meclis’e getirilmesinin ve görüşülmesinin uygun olmadığını, Edip’in yerinden oynatılmasının da doğru bulunmadığını bildirdim. Aynı tarihte, Ethem Bey verdiği cevapta konunun ciddî olduğunu söyleyerek komutanlar aleyhine sözler sarfediyordu.
Efendiler, Ethem ve kardeşleri cephede bulunan komutanları beğenmiyorlar, onların emirlerine uymuyorlar. Bakanlıkları ve hükûmeti tanımıyorlar. Yalnız sözde bana itaat ediyorlar ve Meclis’i de kendi isteklerine göre harekete geçireceklerini umuyorlar. Bana ve Meclis’e karşı hoş görünerek, büyük bir gayretle hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlardı.Ethem Bey,18/19 Aralık tarihli bir telgrafıyla da, yine Edip’in müfrezesiyle kendisine katılmasının sağlanmasını benden rica ediyordu.İsteğini haklı göstermek için de diyordu ki :
“Anadolu’daki isyan hareketlerinin bastılması sırasında, durum icabı Biga dolaylarında bıraktığım ve sonradan geçici olarak Düzce’ye gönderilen Birinci Kuva-yı Seyyare’ye bağlı ve büyük bir kısmı İzmir ve dolaylan gönüllülerinden oluşan 250 süvari, 200 piyade, bir dağ topçu takımı, iki makineli tüfek, 30 kişilik karargâh süvari erlerinden kurulu Edip Bey müfrezesinden, İzmir sınırına yaklaşmamız dolayısıyla daha çok yararlanılacağı tabiîdir. Bununla birlikte, sürekli müracaat yapılmakta olduğundan ve Edip Bey tarafından, o bölgede güvenliğin tam olarak sağlandığı bildirildiğinden, bu bölgenin uygun görülecek başka birbirliğe teslim edilerek, Edip Bey’in müfrezesinin savaş vasıtalanyla birlikte Kuva-yı Seyyare’ye katılması hususunun ilgili makamlara emir ve havalesini rica ederiz”.
Efendiler, bu telgrafta ileri sürülen düşüncelere, en tecrübesiz ve en basit muhakemeli birinin bile inanabileceği kabul edilebilir mi? Kütahya’da bulunan bir zat, bana, İzmir sınırına yaklaşmaktan söz ediyor.Düzce ve dolaylarında durumun güvenilir olduğunu benden daha iyi haber alıyor.Edip Bey müfrezesinin kuvvetini ayrıntılı olarak saydıktan sonra, bu müfrezenin savaş vasıtalarıyla birlikte kendisine katılması ricasının bence kabul edilebilir bulunacağını zannediyor.
Bu telgraf üzerine, 19 Aralık 1920’de, Düzce’de bulunan Müfreze Komutanı Edip Bey’e özel olarak bizzat yazdığım telgrafta, Ethem Bey’in isteğinden ve bunun kendisince istendiğinin bildirildiğinden bahsederek, müfrezenin o bölgede kalmasına kesin olarak ihtiyaç bulunduğunu da belirttim.
Edip,19/20 Aralık 1920’de verdiği cevapta, müfrezesinin o bölgede kalmasının zarurî olduğunu bildirdi. Buna, müfrezesinin Kuva-yı Seyyare’deki kimseler gibi aynı ödenekle çalıştırılmalarının sağlanması istirhamını ekleme fırsatını da kaçırmamıştı.
Efendiler, Ethem ve arkadaşları, Ankara yakınında Haymana’dada ayrıca bir kuvvet toplamaya teşebbüs ettiler. Hırsızlık suçundan Ankara’da tutuklu iken sonradan serbest bırakılan Van göçmenlerinden Musa Beyzâde Abbas adında, biri, elinde bir belge ve beş on kişiyle birlikte Haymana bölgesinde adam toplamaya başladı. Bu adam 19 Aralıkta yakalanabilmiş ve Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne verilmişti.Bunu yakalamak ve adamlarını dağıtmak için çabucak özel bir tertibat almak lâzım geliyordu. Bu maksatla, Haymana’ya şimdi milletvekili bulunan Recep Zühtü Bey komutasında özel bir kuvvet gönderilmişti. Recep Zühtü Bey, Abbas’ı üç arkadaşıyla birlikte yakaladıktan sonra,büyük bir saldırıya uğrayacağını pek muhtemel gördüğünden, tutukluları, yolunu değiştirerek Polatlı üzerinden trenle Ankara’ya getirmeye mecbur olmuştu.
Demirci Efe De Harekete Geçiyor
Efendiler, Demirci Efe, Ethem Bey’le haberleştikten sonra özel bir tavır takındı. Bu sezilir sezilmez, Güney Cephesi’nde bulunan Rafet Bey süvarileri, derhal üzerine gönderildi. 15/16 Aralık 1920’de Dinar yakınındaki İğdecik köyünde ,bir gece baskınıyla Efe’nin kuvvetleri dağıtılmış… Kendisi beş on kişiyle kaçmış. Efe, çok sonra bize sığınarak affedilmiştir.
Efendiler, Reşit Bey, 20/21 Aralık gecesi evinde dört kişiye, ordu birlikleriyle Kuva-yı Seyyare arasında bir çatışma çıktığı takdirde, subaylarımızla erlerimizi yanıltma görevi veriyordu. Bu dört kişi şunlardı:Yeni Dünya gazetesinden Hayri, Arif Oruç’un kız kardeşinin oğlu Nizamettin, Müşir (152) Fuat Paşa’nın oğlu Hidayet ve arkadaşı Şükrü Bey’ler. . . Bunlar 21 Aralıkta trenle Eskişehir’e hareket ettiler. Yanlarında Ethem Bey’in kâtibi olan birisi de vardı.Bunların içinden biri, trenin hareketinden önce, gizlice istasyondaki kaldığım binaya gelip, bana durumu bildirdi. Bu zat, propagandayı tertip ve yönetmekle görevliymiş. Başkanları Hidayet Bey’miş. Para harcama yetkisi de ondaymış. Durumu ihbar eden, yalnız olarak Kütahya’ya gidecek, Ethem Bey’den talimat aldıktan sonra Eskişehir’e dönecekti. Diğerleri Eskişehir’de bekleyeceklerdi.
Ben bu zata : “Biz Ethem Bey ve kardeşlerine karşı sevgi duyuyoruz. Onlar boş yere telâşa düşüyorlar. Bu teşebbüslerinden üzüntü duydum. Fakat Ethem Bey’in orduda bozgunculuk çıkarmak için vereceği talimatı bilmek isterim” dedim ve arkadaşlarıyla birlikte kendilerini hareketlerinde serbest bıraktım.
Eskişehir’de İsmet Paşa’ya, Afyon Karahisar’da Fahrettin Paşa’ya bilgi verdim ve bu adamların takip edilmeleri gereğini bildirdim.
İhbarcı, ihbarlarının doğru olduğunu sonradan davranışlarıyla ispat etmiştir.
Efendiler, Kâzım Paşa , Reşit Bey’le beraber Kütahya’da Ethem ve Tevfik Bey’lerle konuşma ve görüşmelerde bulunduğu zaman, Ethem Bey’in sözlerinden, bana önemli olan noktaları şöyle özetlemişti :
1-Ankara’daki hükûmet gayeyi gerçekleştirecek durumda ve güçte değildir. Bu hükûmete karşı uyuşuk davranmamız doğru olmaz.
2-Silâhla karşı koymamızın mahiyetini kötüye yoracaklardır. Fakat sonunda başarırsam herkes bana hak verecektir.
3-Refet Bey’le aramızda bir izzetinefis meselesi geçmiştir.Mustafa Kemal Paşa, Refet Bey’in haysiyetine değer vererek bizimkini kırıyor. Herhalde Refet Bey’i önüme katarak Ankara’yakadar kovalamak isterim. Ölürsem de bu takipte öleyim.
4-Biz çoktan bu işi yapardık. Fakat Reşit’in Ankara’da Meclis’teki durumu bizi aldatmıştır. Meclis’in ne önemi ve ne hükmü vardır?
Reşit orduyu Yanıltmaya Çalışıyor
Kâzım Paşa, bu görüşleri dinledikten sonra, ”Türkiye’nin Batı Cephesi’nden başka doğuda, güneyde, merkezde de orduları vardır.
Bu orduların başında ve içinde çok değerli ve pek kudretli komutanlar ve subaylar vardır, bütün bunlarla birlikte bir millet vardır” diyerek kendilerini yatıştırmaya ve ölçülü bir duruma getirmeye çalışmıştır.
Efendiler, Reşit Bey, Meclis’te ateşli telkin ve teşebbüslerde bulunuyordu. Bir gün Meclis’te kırk elli kadar milletvekili toplanmış. Bunların cephedeki durumla ilgili bazı şüpheleri varmış. Bakanlar Kurulu’nu davet ederek bunu anlamak istiyorlarmış. Bolu milletvekili bulunan rahmetli Yusuf İzzet Paşa, bu durumu ve toplanan milletvekillerinin isteğini bana bir mektupla bildirdi. Ben toplantı hâlindeki Bakanlar Kurulu ile beraberdim.
Hükûmet üyeleri, ”bu şekilde toplanan milletvekillerinin herhangi bir konuda soru sormak için hükûmeti davet etmesi usule uygun değildir, kabul edemeyiz” dediler. Ben bu kararı, yine Yusuf İzzet Paşa vasıtasıyla bildirmekle birlikte, şahsî görüşüm olarak şunları da ekledim: ”Siz milletvekilisiniz, ben de başkanınızım. Herhangi bir konuda benimle görüşmek isterseniz, memnuniyetle kabul ederim.” Benim cevabımı, Yusuf İzzet Paşa, toplantı halinde bulunanlara bildirdiği vakit. Reşit Bey ayağa kalkarak:
”Efendiler! bu cevap göğsünüzü kapayın! demektir. Yüksek malûmunuzdur ki, askerlerin göğüslerinin kapalı bulunması disiplin gereğidir.”
Reşit Bey’in, ”Başkan bizi askerî disiplin altına almak istiyor” demek istediği anlaşılıyor.
Söz konusu toplantıyı düzenleyenler hiç şüphe yok ki, Reşit Bey ile bazı arkadaşlarıydı.
Reşit Bey, sözü Ankara’da bulunan İzzet Paşa hey’eti ile yaptığı temas ve görüşmelere de getirerek, ”Paşalar İzmir’i, İstanbul’u kurtararak barış yapılabileceğini söylemek üzere geldikleri halde, tutuklanmışlardır.” şeklinde bir hava da yaratmıştı.
22 Aralık 1920 günü, Reşit Bey’le bakan ve milletvekillerinden on beş kadar arkadaşı hükûmetteki odama davet ettim. Bu arkadaşlar arasında Celâl Bey, Kâzım Paşa, Eyüp Sabri Bey, Adnan Bey, Vehbi Bey, Hasan Fehmi Bey, İhsan Bey, Kılıç Ali Bey, Yusuf İzzet ve Emir Paşa’lar vardı. Fevzi Paşa Hazretleri de hazır bulundu.
Bu hey’ete, bu konunun bütün gelişine safhalarını, gerekli belgeleri de göstermek suretiyle, açık bir şekilde anlattım. Reşit Bey, söylediklerimin hiçbirini inkâr etmedi. Düşman saldırılarına karşı tek kuvvetin Ethem Bey’in kuvveti olduğunu ve bizim kurduğumuz tümenlerin çil yavrusu gibi dağılacaklarını söyleyerek, mutlaka Ethem Bey kuvvetinin artırılmasına ve takviyesine ihtiyaç olduğunu bildirdi.
Cevap olarak dedim ki: ”Ethem Bey’in kendi komutası altında kullanabileceği kuvvetin sayısı en çok bin iki yüz, iki bin kişiden ibaret olabilir.
Bu sayı artırılacak olursa, disiplinsizlik dolayısıyla dağılıp felâkete yol açar. Her halde, memleketin mukadderatının, şahsa bağlı kuvvetlere değil, ancak Büyük Millet Meclisi’nin kanunlarına bağlı düzenli birliklere emanet edilmesi gerekir. Kuva-yı Seyyare, belirli bir kadro halinde, verilen emirlere tamamen uymak ve boyun eğmek şartıyla yararlı olabilir.”
Reşit Bey, açıklanan gerçekleri kabullenmiş gibi görünen bir tavır takındı. Bunun üzerine son bir teşebbüs olmak üzere, Reşit Bey’in bazı arkadaşlarla birlikte kardeşlerinin yanına giderek nasihatlerde bulunması kabul edildi.
Bundan sonra, nasihat vermek için gidecek olan hey’ete, meselenin çözüme bağlanabilmesi için şimdiye kadar yaptığım teşebbüslere de son vereceğimi bildirdim. Hey’et, Kuva-yı Seyyare’ye, Hükûmet’in son ve kesin istekleri olmak üzere şu hususları bildirecekti:
1 — Kuva-yı Seyyare, diğer birlikler gibi emir ve komutaya tam olarak uyacak ve kanun dışı her türlü taşkınlıklardan kaçınacaktır.
2 — Kuva-yı Seyyare, kuvvetini artırmak için kendiliğinden hiçbir yerde, hiçbir şekilde adam toplamayacak ve bu maksatla gönderdiği adamların faaliyetine derhal son verecektir. Asker ihtiyacı, öteki birliklerde olduğu gibi, yapılacak müracaat üzerine Cephe Komutanlığı’nca sağlanacaktır.
3 — Kuva-yı Seyyare, kaçaklarını yakalatmak için doğrudan doğruya adamlar görevlendirip göndermeyecek; kaçaklar, diğer birliklerinki gibi Cephe Komutanlığı’nca takip ettirilecek ve yakalattırılacaktır.
4 — Kuva-yı Seyyare mensuplarının ailelerine bakmak üzere bazı yerlerde bulundurduğu irtibat subaylarının kim oldukları hükûmetçe bilinecek ve bu irtibat subaylarının ellerinde bulunan şifrenin bir sureti de bize verilecektir.
Çerkez Ethem’e Bir Nasihat Heyeti Gönderiliyor
Bu şartlar yerine getirildiği takdirde, Kuva-yı Seyyare, şimdiye kadar olduğu gibi belirli bir kadro dahilinde yine görevine devam edecektir. Reşit Bey’le beraber Celâl, Kılıç Ali, Eyüp Sabri ve Tehbi Bey’ler, 23 Aralık öğle vakti Ankara’dan hareket ettiler ve 24 Aralıkta öğleden sonra saat 16:45’te Kütahya’ya vardılar.
Efendiler, Ethem ve Tevfik Bey’lerin Cephe Komutanı’nın bilgi ve onayı olmaksızın, bölgelerinde bulunan ordu birliklerini cepheye dağıtarak, Kuva·yı Seyyare’nin ağırlıksız erlerini Gediz’de ve Pehlivan Ağa müfrezesini Kütahya’da toplamış olduğunu haber aldım. Bunun üzerine 25/26 Aralık 1920’de, Kütahya’da bulunan Celâl Bey ve arkadaşlarına yazdığım açık bir telgrafta : “Bu hareket tarzının taşıdığı maksat ve anlamın ne olduğunu kesinlikle bilmek isterim. Bu konudaki görüşünüzün bildirilmesini makine başında bekliyorum” dedim. Bu telgrafın bir suretini İsmet, Refet ve Fahrettin Paşa’lara, şifre ile bildirerek dikkatlerini çektim. Hey’et, ortak imza ile şu kısa cevabı verdi :
“Müsterih olunuz, kötüye yorumlanacak herhangi bir davranış yoktur.Tevfik Bey yarın gelecek, hep birlikte görüşeceğiz. Sonucu etraflı olarak arz ederiz.” Ben bu cevaptan, giden arkadaşların ya durumdan haberdar edilmeyerek aldatılmakta olduklarına veyahut da tutuklanıp istenildiği gibi yazı yazmaya mecbur edildiklerine hükmettim. Onun için,gerçek durumu anlamamış ve kısa telgraflarıyla verdikleri teminata inanmış görünmek istedim. Bu sebeple, cevap olarak : “Tevfik Bey ile de görüşmelerinden sonra, memleket ve milletin yüksek çıkarlarını sağlayacak esaslar üzerinde anlaşacaklarına şüphem olmadığını, bana gelen haberleri dedikodu sayarak, Hükûmet’çe hiçbir tedbir alınmasına gerek bulunmadığı yolundaki inancımı Hükûmet üyelerine anlatmayı başaracağımı, ancak aramızdaki samimiyeti zedeleyen durumun bir an önce ortadan kalkmış bulunduğu haberini beklediğimi, beni gönül kırıklığına uğratmamalarını” yazdım. Hey’etin, 26/27 Aralık l920’de, ortak imza ile çektikleri etraflı veaçık telgraflarındaki önemli noktalar şunlardı :
1- Güvenlik tedbirleri alındığına şüphe yoktur. Bu tedbirlerin hepsi kendilerini savunmak içindir. Kendilerine karşı çıkarılan ve yığılan kuvvetler ve yeni kurulan karakollar eski yerlerine çekildiği takdirde, bu tedbirlerden de vazgeçeceklerdir.
2 – Düşmanca hareketle karşılaşmadıkça, memleketin gelecekteki selâmeti için ve zâtıdevletlerinin şahsına karşı besledikleri içten bağlılık dolayısıyla her türlü fiilî hareketten kaçınacaklarına en büyük yeminlerle söz vermişlerdir,
3 – Kuva-yı Seyyare’nin Konya ve Alaca’da bulunan askerleriyle, Teğmen Sadrettin Efendi komutasında Konya’dan gelmekte iken FahrettinPaşa tarafından tutuklanan seksen neferin ve Kuva-yı Seyyare müfreze komutanlarından Kürt İsmail Ağa ile, Kalecik’teki akrabasından cihada katılmak üzere askerlik yaşı dışındaki kimselerden toplananların Kuva-yı Seyyare’ye katılmalarına engel olışmaması,
4 – Kuva-yı Seyyare’ye para verilmesi için Kütahya Mutasarrıflığı’na emir verilmesi,
5 – Karşılıklı güven ve itimadın gerçekten kurulması ve devam ettirilmesi için Fahrettin ve Refet Bey’lerin cepheden uzaklaştırılmaları.
Bu noktalardan çıkan anlam nedir Efendiler? Oraya giden arkadaşlarımızın hepsinin birden bu anlamı idrak edemiyeceklerine ihtimal verilebilir miydi? O halde, biraz önce işaret ettiğim gibi, Kütahya’ya giden hey’et, gerçekten tutuklanmıştı. Bu yazılan şeyler kendilerine dikte ettiriliyordu. Bunun böyle olacağını hey’et gitmeden önce biliyordum. Bu yüzdendir ki, Reşit Bey, Kâzım Paşa’yı birlikte götürmek için ısrar ettiği halde, görüşmeler sırasında tesadüfen solumda oturan Kâzım Paşa’ya gitmemesi gerektiğini sezdirmiştim.
Çünkü Kâzım Paşa’yı geçici olarak değil, sonuna kadar tutuklayarak, imzasını kullanmaktan fazlasıyla yararlanabilirlerdi.
Aynı gece kendilerine şu cevabı verdim : “Telgrafınızı yarın BakanlarKurulu’na sunacağım.” Aynı zamanda 26/27 Aralık gecesi, Eskişehir’deBatı Cephesi Komutanı İsmet Bey Efendi’ye de şu şifreli telgrafıyazdım :
Kütahya’ya giden hey’etin ayrıntılı telgrafını aşağıda olduğu gibi veriyorum.Bunun ana noktaları özetleyerek, makina başında, Refet ve Fahrettin Bey’lere bildirmenizi rica ederim. Hey’ete makina başında verdiğim cevap da”Telgrafınızı yarın Bakanlar Kurulu’na sunacağım”dan ibarettir. Yarın, BakanlarKurulu kararıyla, hey’ete, görevlerinin son bulduğunu ve hemen Ankara’ya dönmelerini bildireceğim. Ondan sonra, konuyu bütün ayrıntılarıyla Meclis’te açıklamak düşüncesindeyim.
Kuva-yı Seyyare’ye karşı, İsmet ve Refet Bey kuvvetlerinin, bulundukları yerlerde toplu ve uyanık olmalarını ve alınmış bulunan genel tedbirlere dahaçok önem verilmesini ve dikkat edilmesini rica ederim. Fiilî harekete herhalde onlar başlamadan, şimdilik başlanmaması taraftarıyım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
Efendiler, ertesi günü Batı ve Güney Cephesi’ne şu telgraf verildi :
21.12.1920
Batı Cephesi Kurmay Başkanlığı Birinci Şube Müdürlüğüne, Güney Cephesi Kurmay Başkanlığı Birinci Şube Müdürlüğüne,
Refet ve İsmet Beyefendi’lere özel :
Kütahya’ya giden hey’etin gönderdiği ayrıntılı telgraf, Bakanlar Kurulu’nda incelenerek aşağıdaki kararlar alındı. Bu kararlar, bu akşam açık telgrafla Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığı’ndan doğruca Kütahya’ya bildirilecek ve hey’etin görevine son verilecektir. Buna göre gereken tedbirlerin alınması ve görüşlerinizin bildirilmesi rica olunur
(Genelkurmay Başkan Vekili Fevzi).
Harekât Şubesi Müdürû Salih 21.12.1920
Kararname
Vatanın selâmet ve kurtuluşu için ordularda görüş birliğinin ve mutlak itaatin şart ve gerekli olduğunu her şeyden önemli sayan Bakanlar Kurulu, Büyük Millet Meclisi üyelerinden Celâl, Reşit, Eyüp Sabri , Vehbi ve Kılıç Ali Bey’lerin Kütahya’dan gönderdikleri 26/27 Aralık 1920 tarihli telgraflarını ve bu konu ile ilgili olarak ortaya çıkan durum ve olayları görüşüp inceledikten sonra, aşağıdaki kararları almıştır :
1 – Birinci Kuva-yi Seyyare, bütün öteki ordu birlikleri gibi, kayıtsız şartsız Büyük Millet Meclisi’nin kanunlarına, Hükûmet’in koyduğu düzen ve emirler eayak uydurmakla yükümlü ve askerî disipline bağlıdır.
2 – Birinci Kuva-yi Seyyare Komutanlığı’nın askerî görev ve konularla ilgili bütün teklif ve görüşleri, ancak emri altında bulunduğu komutanlığa ve bu komutanlık vasıtasıyla ilgili makamlara bildirilir.
3 – Yukarıdaki kararları Genelkurmay Başkanlığı uygular. Mustafa Kemal
Şer’iye Vekili (Is3) Millî Savunma Bakanı Fehmi Fevzi Dışişleri Bakaızı İçişleri Bakam Ahmet Muhtar Doktor Adnan Genelkurmay Başkanı Maliye Bakanı Vekili Ferit Fevzi
Kütahya’da bulunan Büyük Millet Meclisi üyelerinden Celâl, Reşit, Eyup Sabri, Vehbi ve Kılıç Ali Bey’lerin, 26/27Aralık 1920 tarihli, etraflı telgraflarına, 27 Aralıkta cevap verdim Bunda,Bakanlar Kurulu kararını olduğu gibi bildirdim ve dedim ki : “Buna göre sizlerden istediğim özel görev son bulmuş olduğundan geri dönmeniz rica olunur.”
28 Aralık 1920’de hey’etten aldığım telgraf aynen şöyle idi :
Kütalıya, 28.12.1920
Ankara’da Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığı’na
Bakanlar Kurulu kararını bildiren telgraf emrinizi akşam aldık. Aslında herbirimiz memleket ve milletin selâmeti için, büyük bir samimiyetle emrinize uyarak buraya geldik. Eskişehir’in ve buranın durum ve tutumunu gördük. Anlaşmazlık konusu olan meseleyi tam bir tarafsızlık ve doğrulukla inceledik ve araştırdık. Görüşmelerin nasıl geçtiğini ve safhalarını olduğu gibi bilginize sunduk ve samimî inançlarımıza dayanarak meselenin çözüm şeklini anladığımız gibi yazdık. Sunduğumuz hususlara karşılık, Bakanlar Kurulu’nun bize bildirilen kararının neyi ifade ettiğini anlayamadık. Aksine, vatanın selâmet ve mutluluğunu göz önünde bulunduran maruzatımızın iyi karşılanmadığını gördük. Bu konunun dahafazla sürüncemede bırakılmaya tahammülü olmadığına itimat buyurmalarını istirham ederiz.
Celât Reşit Eyüp Sabri Vehbi Kılıç Ali
Bu telgrafa şu cevabı verdim :
Şifre-makine başında Ankara, 28.12.1920
Kütahya’da Büyük Millet Meclisi üyelerinden Celâl, Reşit , EyüpSabri, Vehbi ve Kılıç Ali Bey’lere,
İlgi : 28.12.1920 tarihli şifre : Memleket ve milletin selâmeti için bana karşı gösterdiğiniz samimiyete cidden müteşekkirim, Söz konusu durum hakkında sizlerin buradan ayrılmasından önce, bütün belgeleri göstermek suretiyle yaptığım açıklamalar sonunda, konuyu resmen hükûmete intikal ettirirken, sizlerin yerinde olan hareket tarzını, oradaki arkadaşlara açıklamak ve anlatmak üzere, yolculuk zahmetine katlanmanızı rica etmiştim. Konunun çözüm noktası olarak telgrafınızda işaret buyurduğunuz nokta zaten burada da söz konusu olmuştu. Hükûmetin alacağı genel tedbir ve tertibatın herhangi bir tarafın isteğine göre olamayacağını bildirmiştim. Bakanlar Kurulu kararı, aslında uyulması gereken tabiî ve bilinen hususlan resmî ve kesin olarak bir defa daha ifade eder. Yüksek görüşleriniz hiçbir şekilde kötüye yorulmus değildir. Ancak, burada da arz ettiğim üzere, benim bir buçuk aydan beri süre gelen şahsî ve özel gayret ve teşebbüslerimle ve büyükbir samimiyetle yaptığım çalışmaların, ne yazık ki, takdir edilmemiş olduğunu görüyorum. Şüphesiz bu konunun çözüm ve takibini sorumlu ve ilgili makamlara bırakmış bulunuyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
Efendiler, Kütahya’daki hey’etin, durumu Meclis’e açıklayarak kendilerine daha yararlı olabileceklerine Ethem ve kardeşlerini inandırmak suretiyle ellerinden kurtulabildikleri anlaşılmıştır. Pek tabiî ReşitBey orada kalmıştır.
Asi Ethem Ve Kardeşlerine Karşı Fiili Hareketa Geçilmesini Emrettim
Efendiler, Kütahya’ya, Bakanlar Kurulu kararı ve hey’etin geri dönmesi gereğini bildirdikten sonra cephe komutanlarına da âsî Ethem ve kardeşlerine karşı fülî harekâta geçmelerini emrettim.
Efendiler, askerî harekâtı çapulculuktan, devlet kurup yönetmeyi, şunun bunun mâsum çocuklarını kurtulmak dilenmek için dağlara kaldırmak haydutluğundan ibaret zanneden, şarlatanlıklarıyla, yaygaralarıyla bütün bir Türk vatanını bezdiren ve Türk milletinin Büyük Meclisi’ni kendileriyle uğraştıran utanmaz, haddini bilmez, küstah ve herhangibir düşmanın boğazı tokluğuna casusluğunu, uşaklığını yapacak kadar aşağılık ve bayağı yaratılışta olan bu kardeşleri, ellerindeki bütün kuvvetler ve dayandıkları düşmanlarla birlikte yola getirmek ve ortadan kaldırmak suretiyle, inkılâp tarihimizde, etkili bir ibret örneği vermek zarurî görüldü. Onun için şöyle bir hazırlık yapmıştık :
Bursa’da bulunan Yunan kuvvetlerine karşı bir piyade tümeni bırakılarak,iki piyade tümeni ile bir süvari tugayına Eskişehir’in güneybatısında ve Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı. Uşak’ta bulunan Yunan kuvvetlerine karşı da, cephede yalnız bir tabur bırakılarak,iki piyade tümeni ile yedi süvari alayına, Dumlupınar yakınlarında ve yine Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı.
Kuvvetlerimiz, hareket emrini alır almaz, derhal Kütahya’da bulunan âsî Ethem kuvvetleri üzerine yürüyüşe geçtiler. 29 Aralık 1920günü Kütahya’yı işgal ettiler. Üç gün sonra da Batı ve Güney Cepheleri’nden hareket eden bütün kuvvetlerimiz, Kütahya’nın 30 – 40 kilometre ilerisindeve Gediz yönünde bir hatta birleştiler. Âsî Ethem, kuvvetlerini hiçbiryerde durdurmaya ve direnişe geçirmeye cesaret edemeden Gediz üzerine çekilmişti.
Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şuurlu ordusu, kendisini, Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti’ni küçük görecek kadar beyinsizlik ve budalaca gurur gösteren bu âsîlere hak ettikleri yola getirme sillesini vurmak için, önüne geçilmez bir hiddet ve şiddetle hareket ediyordu.Nefes almaksızın kaçan âsî Ethem, İstanbul’da Sadrazamlık Yüksek Katına diye şu telgrafı veriyordu :
Ankara’da tutuklanan sayın arkadaşlarınızın İstanbul’a geri gönderilmeleriiçin, Ankara Meclis Başkanlığı’na çektiğim protesto yazısı aşağıda bilgilerinize sunulmuştur, Şimdi, Millet Meclisi’nin kararıyla saldırıya uğramış bulunuyorum.Kuvvettim savunmaya hattâ karşı saldırıya, bile yeterli olmakla birlikte, karşımda ve yanlarımda Yunanlılar bulunduğundan, tutulacak yol konusunda Yunan komutanlığı ile anlaşmaya varılmış ise de, zâtıdevletlerinin onayını almayı da her bakımdan lüzumlu buldum. Gereğinin yapılması, haberleşmelerin ve Zâtı devletlerininemirlerinin alınmasının sağlanması için, Gediz telgraf hattının onarımı ve düzeltilmesi, yüksek emirlerinize arz olunur.
Umum Kuva-yı Seyyare ve Kütahya Bölgesi Eski Komutanı ve Şimdiki Uınum Kuva-yı Milllye Komutanı
Ethem
Efendiler, bu telgrafta sözü geçen ve protesto yazısı denilen saçma sapan bir telgraf, gerçekten de Meclis Başkanlığı’na çekilmiş ve gizli bir oturumda Meclis’e okunmuştu. Bu telgrafta kullanılan kelime ve deyimler o kadar kaba ve edepsizcedir ki, bir defa okunduktan sonra bir kere daha okunmasına ve dinlenmesine tahammül edilememişti. Bu kadar bayağı, saçma sapan bir yazıyı huzurunuzda da arz etmeyi gerekli bulmuyorum.Bu abuk sabuk yazı ile milletvekillerinin şahıslarına hakaret edilerek, Millî Meclis’in meşruluğuna saldırılarak, İzzet Paşa hey’etinin İstanbul’a dönmekte serbest bırakılması isteniyordu.
Efendiler, kuvvetlerimiz Kütahya’ya girerken, ben de Meclis’te bazı milletvekilleri tarafından sorguya çekilmiş bulunuyordum. Asî Ethem’inüzerine yürümemize, ona saldırmamıza ve onu takip etmemize karşı çıkılıyordu.Fuat Paşa, Ethem ve kardeşini çekip çevirebildiği için değiştirilmemesi yerinde olurmuş. Bütün anlaşmazlıkların sebebi, yeni tayin ettiğim komutanların tecrübesizlikleri ve durumun gereğine uygun tutum ve davranışlarda bulunmamaları imiş… Orduda ciddiyet ve disiplin aramanın zamanı mı imiş; ya Allah korusun Ethem Bey orduyu dağıtırsa ne yapacakmışım? Bu kadar önemli bir olaya kim ve nasıl karar vermiş? Böyle bir karar Meclis’e haber vermeden nasıl alınırmış?gibi birçok soru ve eleştirilerden sonra, “herhalde Ethem Bey ve kardeşleri vurulmamalıdır” istekleri ileri sürüldü. 29 Aralık gününün bütün oturumlarını ve 30 Aralık gününün birkaç gizli oturumunu açıklamalar yapmakla geçirdim. Oturumun bütün safhalarını belgeleriyle, delilleriyleve gerçekleriyle açıklamaya çalıştım. Bütün bu açıklamalarıma rağmen tartışma bir türlü son bulmuyordu. Her şey bir yana, yalnız Meclis’in meşruluğuna saldırma maksadı güden telgraf, sahiplerini Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na çarptırmaya yeterliyken, bu âsîlerin aylardan beri devam edegelen isyancı tutumları ve millî hükûmeti yıkmak ve kendi akıllarınca başka türlü bir hükûmet kurmak düşüncelerini uygulamaya yeltenmeler idikkate alınmak istenmiyordu. Aksine, bunların ortadan kaldırılmaktan ve cezalandırılmaktan kurtulmalarına çalışılmak isteniyor gibiydi. Bunun sebebini kısaca açıklayayım Efendiler, milletvekillerinden bazıları,durumun şahsî ve hissî kırgınlıklardan doğduğuna inanmışlardı. Gerçektende bu yolda sonsuz propaganda yapılmış ve kamuoyu yanıltılmak istenmişti. Bir de kuvvetli ve aşın telkinler altında, Ethem kuvvetlerinin çok ve yenilmesi güç olduğu sanılarak, bunların ordu ile çatışması halinde, ordunun çil yavrusu gibi dağılacağını, o zaman da durumun gerçekten feci olabileceğini düşünüyorlar ve böyle silâhlı bir çatışmaya engel olmayı uygun buluyorlardı.
Efendiler, bu düşünceleri isabetli görüp ona göre hareket etmenin sonucu, emirerliğinden gelen ve aslında daha yüksek bir düşünce kabiliyetine sahip bulunmayan Ethem’in koskoca Türk vatanında diktatörlüğünü kabul ve tasdik etmek olacağını anlamamak mümkün müydü?
Meclis’in heyecan ve kararsızlığını giderecek inandırıcı bir konuşma yaparak, gizli oturumlardaki görüşmeleri, çarpışmanın fülî sonuçlarını beklemek üzere kapattık.
Ethem Ve Kardeşleri Kuvvetleriyle Birlikte Düşman Saflarında Müstahak Oldukları Yeri Aldılar
Efendiler, Ethem kuvvetlerinin peşine düşen birliklerimiz, 5 Ocak 1921 günü Gediz’i işgal ederek, o ciyarda toplandılar. Ethem ve kardeşleri de, kuvvetleri ile birlikte düşman saflarında müstahak oldukları yeri aldılar. Artık Ethem olayı diye bir şey kalmamıştı.Ordumuzun içinde bulunan düşman kovularak kendi cephesine gönderilmişti. Bundan sonra, karşımızda yalnız bir tek düşman cephesini ve bu cephe ile ilgili olayları göreceğiz. Gerçektende bir gün sonra 6 Ocak 1921’de Yunan ordusunun tamamı bütün cephe üzerinde her noktadan taarruza geçti.
Efendiler, o günkü askerî durumu basit bir şekilde açıklamak için şöyle diyeceğim :
Birinci İnönü Zaferi
İznik’ten, Gediz üzerinden Uşak’a kadar bir hat çekildiğini düşününüz, bu hattın,Gediz’in kuzeyinde kalan parçası iki yüz kilometredir. Gediz’den Uşak’a olan parçası da otuz kilometre kadardır. Düşman, üç tümenle bu hattın kuzey ucundan Eskişehir üzerine yürüdü. Bizim Gediz’de bulunan önemli kuwetlerimiz, Eskişehir üzerinden bu düşman tümenlerini karşılamaya mecburdu. Karşıladı ve yendi. İnkılâbımızın tarihine, Birinci İnönü Zaferi’ni kaydetti.
Güney Cephesi’ne ait olan kuvvetler, eski yerlerine Dumlupınar’a iade edildiler. Kütahya’da yalnız 61’inci Tümen, iki alay kadar kuvvetiyle İzzettin Bey (Ordu Müfettişi İzzettin Paşa’dır) komutasında bırakılmıştı.
Efendiler, 8 Ocak 1921 Cumartesi günü, Meclis’in açık oturumunda durumu anlatıyordum. Artık herkes gerçeği görmüş ve anlamıştı. Ethem ve kardeşlerinin lehinde ve yumuşak hareket edilmesi görüşünde olanlar, bu defa aleyhlerinde ve pek coşkun idiler. Ben konuşurken “Ethem, Tevfik ve Reşit Bey’lerin” diyerek konuşmama itiraz edildi. Yükselen bir ses : “Paşa Hazretleri, artık “Bey” demeyiniz, “Hâin“deyiniz. ” uyarısında bulundu. “Ethem ve Tevfik hainleri diyeceğim fakat daha Büyük Millet Meclisi üyesi sıfatını taşıyan Reşit Bey içinde aynı sözü kullanmak mecburiyetindeyim. Yüce hey’etinize olan saygım dolayısıyla bunu söyleyemem. Önce, Reşit Bey’in Büyük Millet Meclisi üyeliğinin kaldırılmasına oy vermenizi rica ederim.” dedim.
Düşmanla İşbirliği Yapan Manisa Milletvekili Reşit Bey’in Milletvekilliğinin Kaldırılması Kararı
Başkan, “Millet ve memleketin yüksek çıkarları aleyhine silâh kullanarak düşmanlarla işbirliği yapan Manisa milletvekili Reşit Bey’in milletvekilliğinin kaIdırılmasını kabul buyuranlar el kaldırsın” dedi. Eller kalktı, kabul olundu.
Ethem Ve Kardeşleri Canlarını Refet Paşa’ya Borçludurlar
ETHEM VE KARDEŞLARİ CANLARINI REFET PAŞA’YA BORÇLUDURLAR
Yunan ordusunun giriştiği bu taarruzda, Ethem ve kardeşleri de kendilerine düşen görevi yerine getirmekten geri durmadılar. Tekrar Kütahya’ya yönelerek, orada bulunan zayıf tümenimize saldırmaya başladılar. İzzettin Paşa’nın sağlam karakteri, vukuflu komutası ve emrindeki Türk subay ve erlerinin yüksek kahramanlıkları Ethemve kardeşleriyle saldıran hain kuvvetleri yenerek geri çekilmeye mecburetti. Eğer kendi şahısları da dahil olmak üzere toptan yok edilmekten kurtulabilmişler ise, bunu da hiç sevmedikleri Refet Paşa’ya borçlu olduklarını söylemeliyim. Bu noktayı açıklayıvereyim :
Refet Paşa, iki süvari tümeniyle, Dumlupınar’ın on kilometrekadar doğusunda Küçükköy’de bulunuyordu. Kütahya’da bulunan 61’inci Tümen’e, batıdan taarruz eden Ethem kuvvetlerini derhal yenmek ve yoketmek üzere hareketi emrolundu. Refet Paşa, kendi süvarileriyle Ethem kuvvetlerinin yan ve arkasına gidecekti. Bulunduğu yerden kuzeye,Kütahya’ya bakılacak olursa, bu görevin tabiî bir yürüyüşle ve pek etkili bir şekilde yapılabileceği meydandaydı. Halbuki Refet Paşa, gereken yere gitmemiş. Bunun aksi tarafına, Kütahya’nın batısına değil doğusuna Alayunt’a gitmiş. Süvari kuvvetleri,12 Ocak 1921 günü öğleye doğru Alayunt bölgesine ulaştı.
Refet Paşa, İzzettin Paşa ile görüşmek üzere Kütahya’yagitti. İzzettin Paşa, süvari tümenlerinin Kütahya güneyinden, Yellicedağı batısından, tamamen süvariden ibaret olan Ethem kuvvetlerinin gerilerine gönderilmesini teklif etmiş.
Refet Paşa, iki tarafın savaş durumu hakkında tam bir bilgisi olmadığını ileri sürerek, böyle bir harekete yanaşmamış. . . Refet Paşa, İzzettin Paşa kuvvetleri, doğuya, Porsuk suyu gerisine çekilme durumu ile karşılaşırsa, süvarileriyle Kütahya ovasından âsîlerin yan ve gerilerine taarruzu düşünüyormuş. Atlı âsîlarin hayvanlarından inip piyade tümenimiz karşısında yaya olarak savaştığı en zayıf durumunda bile üzerine yürümekte kararsızlığa düşen komutanın, piyade tümenimiz yenilmiş olarak geri çekilirken atları üzerinde bulunacak, manevî güçleri yükselmiş âsîlerin, hangi yanına ve nasıl taarruz etmeyi düşündüğü, gerçekten her asker için üzerinde durup düşünülecek bir meseledir. Böyleşey olamaz! Bu düşman süvarisi, geri çekilmeye mecbur ettiği piyadeyi bırakıp Refet Paşa süvarileri üzerine atılmayacak mıydı?
Efendiler, savaş alanına, top ve tüfek sesine gelen kuvvetin, birtek tüfek atmadan, savaşmakta olan kendinden bir kuvvetin yenilmesini beklemesi ve ondan sonra iş görebileceğini sanması, yalnız asker olanların değil, en sade görüşlü insanların bile akla yatkın bulacağı bir düşünce değildir. Görev ve fedakârlık, savaşan birliklerin yenilmeden, çekilmeden başarısını sağlamaya çalışmakla yerine getirilir.
Arkadaşı savaşırken ve yardıma muhtaç iken, seyirci kalmış olan komutanlar, arkadaşının yenilgisine şahit olabilirlerse de tarihin amansız tenkit ve suçlamalarından asla kurtulamazlar.
İzzettin Paşa,11 Ocak 1921 öğlesinden 13 Ocak gece yarısına kadar devam eden şiddetli ve kritik çarpışmalar sırasında, süvari gruplarının da taarruza katılması zamanının geldiğini Genelkurmay Başkanlığı’na bildirmişti. Refet Paşa, Güney Cephesi’nden getirtmekte olduğu 8’inci Tümen yetişebildiği takdirde, 14 Ocakta taarruza geçmek niyetinde olduğunu, birliklerine bildiriyordu. İzzettin Paşa, 11, 12, 13 Ocak günlerinde yalnız başına düşmanla savaştıktan sonra, akşam gün batarken yaptığı bir karşı taarruzla âsîleri yenerek kaçmaya mecbur etti. Refet Paşa, muharebeye seyirci kalmak suretiyle büyük bir fırsatı kaçırdı; Ethem’i ve kuvvetlerinin geri çekilmesine elverişli bir durum yarattı. 14’üncü günü emri altında bulunan bütün süvari kuvvetlerini Süvari Tümen Komutanlarından Derviş Bey’in ( Kolordu KomutanıDerviş Paşa’dır) emrine vererek, onu, Ethem’in takibi ile gorevlendirdi. Derviş Paşa, Afşar’da, özellikle Gediz’de Ethem kuvvetlerinin gerilerine doğru, geceleri de yürümek suretiyle indirdiği korkunç darbelerle Ethem, Tevfik ve Reşit kardeşleri sersemetti. Kuvvetlerinin toplanmasına zaman bırakmadı. Derviş Bey, Ethem ve kardeşlerini 14 Ocaktan 22 Ocağa kadar dokuz gün nefes aldırmaksızın durmadan takip etmiştir. Sonunda, bütün Ethem kuvvetleri esir edilmiş; yalnız Ethem, Tevfik ve Reşit kardeşler yine birgörev almak üzere düşman ordugâhına kaçabilmişlerdir.
İzzet Ve Salih Paşa’lar Ankara’dan Memnun Görünmüyorlar, İlle Payitahta Gitmek İstiyorlardı
Saygıdeğer Efendiler, Ankara’da bulunan İstanbul’lu misafirlerimize, bir bir buçuk aylık misafirlikleri sırasında çok şeyler göstermek fırsatına sahip olduğumuzu sanıyorum. Âsî Ethem ve kardeşlerinin kuvvetleri ortadan kaldırıldı. Yunanlıları İnönü’de üç günde yendik. Büyük Millet Meclisi’nin ferahlayacağı ve memnun olacağı yeni bir devir açıldı. Fakat, İzzet ve Salih Paşa’lar, bunların hiçbirinden memnun görünmüyorlar, sıla özlemine tutulmuş gibi de payitahta gitmek istiyorlardı. İstanbul’daki arkadaşlarınında çok merakta oldukları anlaşılıyordu.
Ankara’ya gelişlerinden on gün sonra, Fransız telsizleriyle Zonguldak’a bir telgraf gelmişti. Telgraf şudur :
16.12.1921
Zonguldak Mutasarrıflığı Vasıtasıyla Devletli İzzet Paşa Hazretleri’ne
Zâtıdevletlerinden henüz bir haber alınamadığından, yüksek hey’etin İstanbul’a ne zaman geleceği haberinin beklenmekte olduğu…
Mustafa Atatürk
İki gün sonra Adapazarı üzerinden de şu telgraf geldi :
Dahiliye Nâzırı İzzet Paşa Hazretleri’ne
Zatıdevletlerinden bir bilgi alınamadığından, İstanbul’a ne zaman dönüleceği haberinin beklenmekte olduğuna dair birkaç gün önce Zonguldak üzerinden çekilen telgraf cevabının bir an önce gönderilmesi rica olunur.
Dahiliye Nazırı Vekili Mustafa Arif
Tevfik Paşa Kabinesi adına, Ziya Paşa’nın İnebolu’ya gönderdiği bir özel memur, 10/11 Ocak 1921’de uzun bir şifre ile birtakım bilgiler veriyordu.
İzzet Paşa hey’etinin, Anadolu’ya katılma haberi İstanbul’ca doğrulanmış. . . Kabine İzzet Paşa’dan bilgi istiyormuş. Ziya Paşa, Safa, Mustafa Arif ve Raşit Bey’ler de demişlcr ki:
Memleketin menfaati, hey’etin Ankara’da kalmasını gerektiriyorsa buna bir şey denmez. Bu takdirde kabinenin düşeceği şüphesizdir. Ancak, bizde bu vatanın evlâtlarıyız. Hiç olmazsa bizleri de durumdan haberdar etsinler… Bizi aydınlatsınlar, biz de ona göre hareket edelim.
Ziya Paşa, Paris’ten, Ahmet Rıza Bey’ den aldığı bir mektupta yazılanlardan ve İstanbul’da güvenilir bir kaynaktan elde ettiği bilgilerden de söz ettiriyordu.
Ahmet Rıza Bey diyormuş ki Eğer Kuva-yı Milliye’nin askeri gücü elverişli ise, İzmir meselesi, iyi hazırlanmış bir hücumla oldu bitti şeklinde halledilmeliymiş… Aldığı bilgiler bunu doğruluyormuş. “Kral Konstantin’i tutacaklarmış. . .”
Ziya Paşa’nın özel olarak elde ettiği bilgiler de, son konferanstan önce Yunanlılar’ın kuvvetleri artırılarak, büyük bir taarruza geçirileceği yolundaydı.
Damat Ferit Paşa yoğun bir çalışmaya geçmiş. Baltiklimanında çeşitli kabine listeleri düzenlenmeye başlamış. . .
İnebolu’ya gelmiş olan özel memur vasıtasıyla Ziya Paşa’ya ve arkadaşlarına gönderdiğim cevapta : “Verdikleri bilgilere teşekkür ettikten sonra, İzzet ve Salih Paşa’lar, ortak gayemizin kesin bir gereği olarak Ankara’da kalmışlardır”, dedim. Kendilerinin İstanbul’da iş başında kalmaları doğru ise de, kabine düşmeden önce, hepsinin, şimdiden hazır bulunduracakları güvenilir, sür’atli bir vasıtayla hemen Anadolu’ya gelmelerinin vatanın yüksek menfaatlerinin gereği olduğu ve bu şekilde yapacakları hizmet ve fedakârlığın milletçe büyük bir şükranla karşılanacağını yazdım.
Özel memurun, İstanbul’a döndükten sonra, İnebolu’ya gönderdiğive oradan 19 Ocak 1921’de çekilen şifrede, Ziya Paşa ve arkadaşlarının görüşüme uygun olarak harekete karar verdikleri bildirilmişti.
Sadrazam Tavfik Paşa Benimle Temas Kuruyor
Efendiler, bu tarihten bir hafta kadar sonra, Kocaeli Komutanlığından şöyle bir telgraf aldım :
Geyve istasyonu, 26.01.1921
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Memleketin yüksek yararları ile ilgili önemli bir konu üzerinde, SadrazamPaşa’nın zâtıdevletleriyle makine başında görüşmek istedikleri İstanbul Telgraf Genel Müdürü’nün 26.01.1921 günü saat l6.30’da yazdırdığı telgrafla bildirilmektedir. Bu konudaki emirleri arz ve rica olunur.
Kocaeli Komutanlığı’na aynı gün makine başında verdiğim cevapta dedim ki :
“İstanbul Geyve ile doğrudan doğruya nasıl haberleşebilir? İstanbul’da Tevfik Paşa ile veya herhangi biriyle haberleşip ilişki kurabilmek için Bakanlar Kurulu’nun ve belki de Meclis’in kararına bağlı olduğundan, bu konuda şimdiden bir şey diyemem. Tevfik Paşa ile telgraf memurunun bile açıktan açığa haberleşmede bulunması, yabancıların gözünde İstanbul’a karşı olan durumumuzu sarsacağından, doğru olmaz. Ancak, Tevfik Paşa’nın benim şahsıma değil de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ne bir müracaatı varsa,bu müracaatın kabulü tabiîdir. Bu noktanın özel olarak ve aynı yolla kendisin eduyurulmasında bir sakınca yoktur.
İstanbul’dan Adapazarı’na telgraf ve oradan da Geyve’ye askerî makamların kontrolu altında bulunan telefon hattı vardı. Tevfik Paşa’nın benimle kapalı olarak görüşmek istemesi üzerine, İstanbul teli Ankara’ya bağlandı.
Tevfik Paşa’dan acık olarak şu telgrafı aldım :
İstanbul, 27.l.l921
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa HazretIeri’ne
25 Ocak tarihinde Paris’te toplanan konferans tarafından alınan kararlar gereğince, Doğu meselesinin Çözümünü görüşmek üzere 21 Şubatta Londra’daİtılaf Devletleri delegeleriyle Osmanlı ve Yunan Hükûmetleri delegelerinden oluşan bir konferans toplantıya çağırılacaktır. Yürürlükteki antlaşmada, daha sonraki olaylar dolayısıyla zarurî değişiklikler yapılacaktır. Osmanlı Hükûmeti’ne gönderilecek davet için, Mustafa Kemal Paşa’nın veya Ankaraca kendilerine gerekli yetki verilmiş olan delegelerin, Osmanlı delegeler heye’ti arasında bulunması şart koşulmuştur. Bu kararlar İtilâf Devletleri’nin İstanbul temsilcileri tarafından bildirildi. Görevlendireceğiniz delegelerin, buradan seçeceğimiz kimselerle birleşerek yola çıkmaları için karar ve cevabınızı bekliyorum. Nazik bir zamanda bulunmamız dolayısıyla, bu gibi önemli bazı durumların bildirilmesi için hattın açık bulundurulmasını rica ederim. Makine başında hemen cevap vermek mümkünse, telgraf başında beklemekteyim, bir de şifre var efendim.
Tevfik
Şifrenin çözülüş şekli de şuydu :
İstanbul, 27.1.1921 Saat : 20.00
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
“Londra Konferansı’nda güçlü konuşabilmek için Yunanlıların bir kolorduyu İzmir’e göndermekte, Trakya’daki kuvvetlerini de Anadolu’ya kaydırmakta olduğu ve on güne kadar bir taarruz hareketine başlayacakları, inanılır kaynaklardan haber alınmıştır.
Tevfik
Tevfik Paşa’ya Verdiğim Resmi Ve Özel Cevaplar
Efendiler, Tevfik Paşa’ya cevap olarak çektiğim telgraf şuydu :
Tel Ankara 28.01.1921
İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne
İlgi : 27.1.1921.
Milli iradeye dayanarak Türkiye’nin mukadderatını elinde tutan meşru ve müstakil tek hâkim kuvvet, Ankara’da sürekli olarak toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Türkiye ile ilgili bütün meselelerin çözümünde ve her türlü dış ilişkilerde başvurulacak tek yer, yalnız bu Meclis’in hükûmetidir. İstanbul’daki herhangi bır hey’etin, hiçbir bakımdan meşru ve hukukî bir durumu yoktur. Bundan dolayı, böyle bir hey’etin kendine hükûmet adını vermiş olması, milletin hâkimiyet haklarına açıkça aykırıdır ve bu ad altında memleketve milletin hayatı ile ilgili konularda, dışarıya karşı kendini muhatap göstermesi uygun görülemez. Hey’etinize düşen vatan ve vicdan görevi, derhal gerçeğe ve duruma uyarak, millet ve memleket adına meşru ve muhatap hükûmetin Ankara’da olduğunu kabul ve ilân etmektir. Millet ve memleketimiz adına meşru yetkiye sahip hükûmetin Ankara’da olduğunun İtilâf Devletleri’nce anlaşılmış olduğu şüphesiz bulunduğu halde, adı geçen devletlerin bu görüşlerini açıkça belirtmekte gecikmeleri, İstanbul’da aracı bir hey’etin varlığının kendileri için yararlı olabileceğini sanmaktan ileri gelmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, barış ve güvenliği büyük bir ciddiyet ve samimiyetle arzu ettiğini ve yalnız milli haklarının tanınmasını istemekten ibaret olunan şartlarını defalarca ilân etmiş; bu hakların onaylanması halinde,teklif edilecek görüşmeleri kabule hazır olduğunu bildirmiştir. İtilâf Devletleri Londra’da toplayacakları konferaıısta, Doğu mes’elesini hak ve adalet ölçüleri çerçevesinde çözmeye karar vermişlerse, davetlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne doğrudan doğruya yapmalıdırlar. Yukardaki şartlara, uygun olarak yapılacak davetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından iyi karşılanacagını tekrar bildiririz. Saat 00.30.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Bunun arkasından da kendi adıma ve özel olarak şu telgrafı çektim :
Tel Ankara, 28.1.1921
İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne
Yüksek şahsiyetleri gibi, bütün bir ömrü bu millet ve memlekete aralıksız değerli hizmetlerde bulunmuş saygıdeğer bir devlet adamına, bütün geçmişteki hizmetlerinizi tamamlayıp taçlandıracak müstesna ve tarihî bir fırsatın çıktığına inanıyoruz. Biz tam bir birlik içinde hareket etmek istiyoruz. Dolaylı olarak davet edildiğimiz konferansta memleketi ayrı ayrı temsil edecek iki hey’etin ne büyük sakıncalara yol açtığını tamamiyle takdir buyurduğunuza eminiz.
Milletin, sırf hâkimiyet haklarını korumak için harcadığı emekler, akıttığı hesapsız kanlar, içten ve dıştan birçok güçlüklere karşı gösterdiği dayanma ve direnme, bugün karşısında bulunduğumuz elverişli yeni durumu yarattı. Bir yandan da dünya olayları, bu dayanma ve direnmenin asıl hedefi olan tam istiklâlimizi haklı gösterecek yolda gelişmekte devam ediyor. Bizi esirliğe ve yıkılmaya mahkûm etmek istemiş olan hükûmetler karşısında, millî haklarımızı savunurken maddî ve manevî bütün memleket kuvvetlerinin birlikte hareket etmesi şarttır.Bunun için, Zâtışâhâne’nin, memlekette millî iradenin kendini gösterdiği tek yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tanıdığını artık resmen ilân etmesi gerekmiştir. Böylece, İstanbul’un memlekete birbiri ardınca zararlar verdiği acı tecrübelerle sabit olan ve ancak yabancılar lehine devam ettirilen gayri tabiî durumuna bir son vermek mümkün olur. İtilâf Devletleri temsilcileri tarafından yapılan tebligat gösteriyor ki, İstanbul’dan gidecek olan bir delegeler hey’etinin Londra Konferansı’na katılabilmesi, ancak onun Ankara Hükûmeti tarafından tamyetki ile görevlendirilmiş delegeleri de içinde bulundurması şartına bağlıdır. Böylece, İtilâf Devletleri, Türkiye adına barış görüşmelerine katılacak delegelerin ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından gönderilebileceğini yeteri kadar açıklıkla itiraf etmiş oluyorlar. Filî ve hukukî olarak memlekette tek meşru hükûmet olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin ortaya koyduğu ve ilân ettiği esasları kabul ve bu esasların düşmanlarımız tarafından da onaylanmasını kolaylaşhrmak için, bize katılmak suretiyle durumunuzu düzeltmenizi ve tespit buyurmanızı, tarih ve millet karşısında yüklenmiş olduğumuz görev veyet kiye dayanarak teklif ederiz. Bu suretle mücadelemizi mutlu bir sonuca eriştirme hususu çabuklaştırılmış olur. Birlikte hareket ve millî gayeyi olanca gücümüzle savunmak düşüncesiyle yapılan bu samimî tekliflerimiz, kabul görmediğive yerine getirilmediği takdirde, saltanat ve hilâfet makamında oturan Zâtışâhânenin durumunun sarsılması tehlikesinden haklı olarak korkulur. Biz, millî iradenin vermiş olduğu fülî ve hukukî bütün yetkilere sahip bir hükûmet olarak,şimdiden belirtir ve biIdiririz ki, bundan doğacak sorumluluk, tahmini önceden kestirilemeyecek olan bütün kötü sonuçlarıyla birlikte doğrudan doğruya Zâtışahâneye aittir. Yüksek şahsiyetinizin bu durum karşısında vicdanî ve tarihî görevinizi tamamiyle yerine getirmenizi ve sonuçlarını tarafımıza kesin ve açık olarak bildirmenizi bekliyoruz. Bu vesile ile samimî saygılarımızın kabulünü ricaederiz, efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
Saygıdeğer Efendiler, aslında maddî va manevî bakımdan hükmü kalmamış ve fakat varlığını devam ettirmesi de çok zararlı olan İstanbul Hükûmeti’ni bertaraf etmek önemliydi. Buna engel olanların başında Padişah ve Halife bulunuyordu. Bu bakımdan, durumun açıklık kazanması için yapılacak ilk iş, bu makama Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve Hükûmeti’ni tanıtmak olmalıydı. Zaten elimizde olmayan ve temasımız bulunmayan bu makama, henüz başka bir imlem uygulayabilecek maddî bir gücümüz de yoktu. Bu yüzden Tevfik Paşa’ya aynı gün şu üçüncü telgrafı da yazdım :
Ankara, 28.1.1921
İstanbul’da Tevfik Paşa fIazretleri’ne
Resmî ve özel telgrafımızdaki görüş ve tekliflerimizi aşağıda özet alarak tekrarlar, gereğinin acele yerine getirilerek sonucunun bildirilmesini rica ederiz :
1- Zâtışahâneye, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tanıdığını kısa bir Hatt-ıHûmayun’la ilan edeceklerdir. Bunda Hilafet ve Saltanat makamının dokunulmazlığını esas olarak kabul etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bugünkü şekli, niteliği ve yetkisiyle kabul buyurduklarını belirteceklerdir. Diğer ayrıntı ve inceliklerin ilâvesi, şimdilik karışıklığa yol açabilir.
2 – Birinci madde hükmü yerine getirildiği takdirde, bir aile meselesi olaniç durumumuzun düzenlenmesi aşağıdaki şekilde olabilir :
Zâtışâhâne eskisi gibi İstanbul’da otururlar. Yetkili ve sorumlu olup hertürlü saldırıdan uzak bulunan ve her türlü istiklâl unsurunu kendisinde toplayanTürkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti şimdilik Ankara’da bulunur. Elbette,İstanbul’da artık kabine adı altında bir hey’et kalmaz. Ancak, İstanbul’un özeldurumu dolayısıyla Zâtışâhâne’nin yanında Büyük Millet Meclisi’nce görevlendirilecek ve yetki verilecek bir hey’et bulundurulur.
3 – İstanbul şehri ile çevresine ait yönetimin nasıl düzenleneceği sonradandüşünülür ve uygulanır.
4 – Bu şartlar kabul edilip uygulandığı takdirde, Büyük Millet Meclisi’nceonaylanmış bütçemize, Padişah ve hanedandan olanlar için daha önce konmuşbulunan ödenek, görevlendirilecek olan bütün memurların ve diğer maaşlılarınaylıklarını ödemek için gerekli olan para hükûmetçe sağlanarak ödenecektir. Malîgücümüz bunu karşılayacak durumdadır.
Türkiye Büyiik Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
Tevfik Paşa’nın bu uzunca telgrafımıza gece verdiği cevap çok kısa oldu. Tevfik Paşa’nın cevabı şuydu :
Tel 28/29.1.1921
Telgrafları aldım. Yarın kabineyi toplayarak saat 18.00 de bilgi sunarım,efendim.
Tevfik Paşa Ve Arkadaşları Anadolu’yu İstanbul Hükümetine Bağlamaya Çalışıyorlar
Tevfik Paşa, kabinesini toplamış, cevap verdi, bunu da olduğu gibi bilginize sunacağım :
İstanbul, 29.1.1921
Ankara’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
İlgi : 28 Ocak 1921 tarihli üç ayn telgraflan.
Bugünkü Hükumet, İstanbul ile Anadolu’nun birleşmesindeki menfaatlereöteden beri değer verdiğinden bu maksatla iş başına gelmiş ve şimdiye kadar buuğurda çalışmıştır.
Milletin hâkimiyet haklarını korumak için sarfettiğiniz emeklerin ve verdiğiniz kurbanlann, karşısında bulunduğumuz elverişli durumu yarattığına, onda büyük ölçüde etkisi olduğuna inanıyoruz. Bu sebeple millete bir yarar sağlayacak olan tekliflerinizi kabule hazırz. Bu bakımdan bildirdiğiniz hususlarla ilgili görüşlerimizi aşağıda açıklıyorum :
Konferansa dolaylı olarak çağrılmanız tabiîdir. Çünkü İtilâf Devletleri’nin temsilcileri buradadır. Bu bakımdan durumun, İstanbul’da bulunan ve sizinle işbirliği yapmaya çalışan bir hükûmet vasıtasıyla bildirilmesi pek tabiî görülmelidir. Şimdiye kadar Anadolu’yu tanımaya bile lüzum görmeyen Avrupa hükûmetlerinin, özellikle Anadolu delegelerinin konferansta bulunmasını şart koşmaları,sevindiricidir. Bu bakımdan, bir şekil mes’elesine takılarak bu mutlu değişiklikten yararlanmamak, millete karşı üzerinize aldığınız görev ile asla bağdaşmaz.Zaten aramızda birleştiğimiz ilân edildikten sonra, delegelerimiz ayrı gayrı değil,tek vücut demek olur. Delegeler kararlaştınlan esaslar çerçevesinde konuşacaklarına göre, bu konuda bir sakınca düşünülemez. Bundan dolayı devlet ve milletekarşı yüklendiğimiz görev, bu tarihî anda, bize uzatılan elden yararlanmamızı kesinlikle emretmektedir. Bundan kaçınmanın, Yunan iddialan karşısında savunmasız kalınmasına ve memleketimizin daha uzun zaman harp felâketlerine sahne olmasına yol açacağı düşünülmelidir. Aslında, isteklerimizi konferans huzurunda öne sürmek ve hakkımızı Avrupa’da duyurmak, konferansın sonuçsuz kaldığı farzedilmiş olsa bile, yine zarar getirmez. Zatıâlilerinin ve arkadaşlarınızın vatanseverlikleri, bu fırsatın kaçırılmayacağının güvencesidir. Şimdiye kadar eski hükûmetlerce alınmış ve her iki taraf için kötü sonuç vermiş olan kararların kaldırılması tabiî olduğundan, aramızda artık ayrılık ve gayrılık kalmamıştır. Ancak,İstanbul işgal altında bulunduğundan, burada hükûmet işlerinin büsbütün ve tamamen İtilâf Devletleri’nin eline geçmesine ve böylece antlaşmadaki İstanbul’la ilgili maddelerin yürürlüğe konmasına yol açacaktır. Ayrıca, harp halinde bulunduğumuz Yunan askerlerinin şu sırada İstanbul ve dolaylarında bulunuşu da, bu teklifleri uygulanamaz bir duruma getirmiştir. Kabinemizin iş başında kalma düşüncesiyle bu görüşlerin bir ilgisi bulunmadığı konusunda teminat vermeyi bile gereksiz bulurum. Esasen bugün bir an önce çözülmesi gereken asıl sorun, vakti yaklaşmakta bulunan konferansa delegelerimizi yetiştirmekten ibarettir. Biz konferansta bulunmadığımız takdirde, Yunanlılar katılacaklarından, yokluğumuzda hüküm giymek ve dolayısıyla davamızı kaybetmek tehlikesi ile karşılaşacağımız için,bu konuda tarafımızdan sorumluluk kabul edilemeyeceğini bildirir; toplantı gününden önce konferansta bulunmak menfaatimiz gereği olacağından, delegelerinizin acele buraya gönderilmesini rica ederim.
Sadrazam Tevfik
Saygıdeğer Efendiler, Tevfik Paşa ve hükûmeti, İstanbul ve Anadolu’nun birleşmesi için çalışmış olduğunu söylüyor. Doğrudur. Bizde aynı şey için çalışmakta idik. Şu farkla ki, Tevfik Paşa ve arkadaşları, Anadolu’yu, eskiden olduğu gibi İstanbul’a bağlamak ve tutsak etmek istiyordu. Hem de düşman kuvvetlerinin işgali altında bulunan İstanbul’a . . . Tevfik Paşa ve arkadaşları Anadolu’yu İstanbul Hükûmeti’ne bağlamaya çalışıyor. Öyle bir hükûmete ki, dünyada varlığına göz yumuyorsa düşman emellerinin gerçekleşmesini kolaylaştırmaya yardımcı olacak nitelikte kabul edildiği içindi. Tevfik Paşa ve arkadaşlarına göre, elverişli bir durumun doğmuş olmasında Anadolu mücadelesinin çok büyiik etkisi vardı. Ama bu durumu yaratan yalnız Anadolu’nun mücadelesi değildir. İhtimal ki, bu ihtiyar diplomat, bu kerameti, kendisinin iktidar mevkiine gelmesinde hayal ediyordu.
Tevfik Paşa’ya şu şekilde cevap verdim.
Ankara, 30.1.1921
İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Temel Maddelerini Tevfik Paşa’ya Bildirdim
27.1.1921 ve 28.1.1921 tarihlerinde yazdığım üç telgrafla yüksek şahsiyetlerine, gereken ve benimsenip uygulanması zarurî olan bütün hususları açıklık ve kesinlikle bildirmiş olduğuma inanıyorum. Buna rağmen, 29 Ocak 1921 tarihli telgrafınızda durumun daha gereken anlayış ve isabetle değerlendirilmemekte olduğunu gördüm. Durumun önemi ve zamanın nezaketi dolayısıyla, yüksek şahsiyetleri ile birlikte sayın arkadaşlarınızın ve özellikle Zâtışâhane’nin her bakımdan bir kez daha aydinlatılmalarına yardımcı olmanız bir görev hükmüne giriyor.
Düşünce ve değerlendirmelerinizden doğru sonuçlar alınmasını kolaylaştırmak maksadıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul ve uygulanmakta olanTeşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun temel maddelerini aşağıda olduğu gibi bildiriyorum:
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu Temel Maddeler
1- Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim şekli, halkın mukadderatını bizzat ve fiilî olarak yönetınesi ilkesine dayanır.
2 – Yürütme kuvveti ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır.
3 – Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilir ve hükûmeti Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti adını taşır.
4 – Büyük Millet Meclisi, iller halkınca seçilmiş üyelerden oluşur.
5 – Büyük Millet Meclisi’nin seçimi iki yılda bir yapılır. Seçilen üyelerin üyelik süresi iki yıldır ve yeniden seçilmek mümkündür. Eski Meclis, yeni Meclis toplanıncaya kadar göreve devam eder. Yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmediği takdirde, görev süresi yalnız bir yıl uzatılabilir. Büyük Millet Meclisi üyelerinden her biri, yalnız kendini seçen ilin aynca vekili olmayıp aynı zamanda bütün milletin vekilidir.
6 – Büyük Millet Meclisi’nin Genel Kurulu, Kasım başında, davetsiz toplanır.
7 – Şeriat hükümlerinin uygulanması, bütün kanunların yürürlüğe konması, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, antlaşma ve barış imzalanması ve vatan savunmasıyla ilgili savaş ilânı gibi temel haklar Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Kanun ve tüzüklerin düzenlenmesinde, halk için en yararlı ve zamanın ihtiyacına en elverişli fıkıh ve hukuk hükümleriyle, örf ve âdetler ve teamüller esas olarak alınır. Bakanlar Kurulu’nun görev ve sorumluluğu özel kanunla belirtilir.
8 – Büyük Millet Meclisi, hükûmeti oluşturan bakanlıkları, özel kanun gereğince seçtiği bakanlar vasıtasıyla yönetir. Meclis, yürütme ile ilgili işlerde bakanlara görev tayin eder; gerekirse bunları değiştirir.
9 – Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından seçilen başkan, bir seçim dönemi süresince Büyük Millet Meclisi Başkanıdır. Bu sıfatla Meclis adına imza atmaya ve Bakanlar Kurulu kararlarını onaylamaya yetkilidir. BakanlarKurulu üyeleri içlerinden birini kendilerine başkan seçer. Ancak Büyük MilletMeclisi Başkanı, Bakanlar Kurulu’nun da tabiî başkanıdır.
l0 – Teşkilât-ı Esasiye’nin bu maddelere aykırı düşmeyen hükümleri eskisi gibi yürürlüktedir.
Bizce, yukarıda saydığım temel maddelere aykırı hareket etme imkân ve yetkisinin bulunmadığını yüksek şahsiyetlerinin dikkatlerine önemle arz ederim.Meclis Başkanlığı ile başlayan haberleşmenizin, gerektirdiği işlemlerin yürütülmesi Bakanlar Kurulu’na bırakılmıştır, efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
İlk Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzun Tarihçesi
Saygıdeğer Efendiler, bu telgrafımda temel maddeleri bildirilmiş olan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, bu tarihten henüz on gün önce, yani 20 Ocak 1921’deMeclis’ten çıkmıştı. Bu kanun, Meclis’in ve millî hükûmetin durum veyetkisini, şekil ve niteliğini tespit ve ifade eden ilk kanundur. Meclis, 23Nisan 1920’de açıldığına göre, bu ana kanunun Meclis’ten çıkarılabilmesi için dokuz ay kadar bir zamanın geçmesi zarurî olmuştu. Bu zaruretin nereden doğduğu hakkında bir fikir verebilmek için, müsaade buyurursanız kısa bir açıklamada bulunayım :
Bilindiği üzere, Meclis’in açılmasından hemen sonra, pek gerekli esasları içine alan bir önerge vermiştim. Meclis ve onun Bakanlar Kurulu, bu esasları ilk günden yürürlüğe koymuş ve uygulamaya başlamıştı.Bir yandan da, kurulmuş olan Temel Haklar Kamisyonu, bu önergemetni esas almak üzere, bir kanun tasarısı hazırlamaya başladı. Nihayet dört aylık bir süre sonunda, bu Komisyon, Büyük Millet Meclisi’ninKuruluş ve İşleyişi ile İlgili Kanun Maddeleri başlıklı sekiz maddelik bir tasarıyı Meclis’e getirdi. 18 Ağustos 1920 tarihinde çok acele görüşülmesi kararıyla gündeme alınan bu kanun maddelerinin uzunca birgerekçesi vardır.
Komisyon tutanağının, Büyük Millet Meclisi’nin tarifini yapan satırları arasında şu cümleler yazılıydı : Halife ve Padişah’ın esareti ve diğer olayların da buna eklenmesi ile ortaya çıkan güçlük karşısında, kurulan Meclis’imizin sonsuz olarak bugünkü şekli ile devam etmesini kabul etmek, aşırı ve özel durumlara tabiî bir şekil vermek olur. Halbuki, olağandışı durumların süreklilik kazanamayacağı bir kuraldır. Buna göre, çiğnenen hilâfet ve saltanat hakkı ile, millet ve vatanın istiklâli yeniden kazanılıncaya ve kabul ettirilinceye kadar bu durumun devamı, ancak, ana hedef olan bu kutsal gayelerin gerçekleşmesiyle Meclis’in tabiî bir duruma girmesi uygun görülmüştür. Onun için ikinci maddenin birinci fıkrası “amacın gerçekleşmesine kadar” şartına bağlanmıştır. Gerçekten de,“Meclis’in ne zamana kadar toplanmakta devam edeceği” konusunda belirlibir süre ve sınır konmamıştı.
Bu sebepler ve bu görüş dolayısıyla, daha 1920 Ağustosunda TürkiyeBüyük Millet Meclisi’nin durum ve niteliği bakımından devamlı olmadığı inancının hâkim olduğu anlaşılıyor.
Kanun maddelerinin birincisi de, “Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme güçlerini kendinde toplar, devlet idaresini doğrudan doğruya ve tek başına ele almıştır” şeklindeydi. Bu madde ile Meclis’e verilen yetkinin bile, gerekçeye göre geçici olması lâzım geleceği tabiîydi. Niteliği bakımından geçici olan bir kuruluşun yetkisi de, var olduğu sürece mevcuttur.
Temel Haklar Komisyonu’nun görüş ve kararı Meclis’te olduğu gibi benimsendi. Hattâ Meclis üyelerinden birçoğu, maksadın açıklanmasında, Komisyon’un ifadelerini eksik bularak, bu ifadelere açıklık getirilmesi teklifinde bulundular. Dediler ki. birinci maddenin başına “Hilâfet ve Saltanat ile vatan ve milletin istiklâli kurtarılıncaya kadar…” şeklinde açıklık verecek ibareyi eklemek gerekir. İkinci maddedeki “amacın gerçekleşmesine kadar” ifadesi yerine de, aynı açıklığın verilmesi gerektiğiileri sürüldü. Bu konu hayli tartışmalara yol açtı. Bazı milletvekilleri, yalnız, “hilâfet” kelimesini koyalım, “saltanat”ı da içine alır, dediIer.
Bazı hoca efendiler, buna razı olmadılar. “Hilâfet manevî bir görevdir” görüşünü ileri sürdüler. “Hilâfet’te ruhbanlık yoktur” itirazına, hocaefendiler : “Saltanat, yalnız hükmettiği memleketleri içine alır. Hilâfet ise, bütün dünyadaki müslümanları kapsar” diye cevap verdiler.
Bu tartışmalar günler ve günlerce devam etti. Çatışan görüşlerden biri açıktı : “Halife ve Padişah vardır ve var olacaktır. O var olunca, bugünkü durum, şekil ve yetki geçicidir. Hilâfet ve Saltanat makamı otoriteyi ele alıp faaliyete geçme fırsatını bulunca, siyasî teşkilâtla ilgili esasların ne olduğu bellidir, bilinmektedir. O bakımdan yeni bir şey düşünmek söz konusu değildir. Hilâfet ve Saltanat makamı yeniden işler duruma gelinceye kadar, Ankara’ya toplanmış olan bir takım insanlar, geçici tedbirlerle çalışacaklardır.”
Hilafet Ve Saltanat Konuları Üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Yaptığım Açıklamalar
Buna karşı olan görüşte açıklık yoktu. “Saltanat millete geçmiştir, saltanat kalmamıştır; Hilâfet de saltanat demektir, o balde onun da varlıgının bir anlamı yoktur” şeklinde açık ve kesin konuşulamıyordu. Otuz yedi gün sonra, 25 Eylülde, bir gizli oturumda, Meclis’e bazı açıklamalar yapmayı yararlı saydım. Ortaya atılan duygu ve düşüncelere gerekli cevapları verdikten sonra, başlıca şu görüşleri ileri sürmüştüm :
Türk milletinin ve onun tek temsilcisi bulunan yüce Meclisin, vatanın ve milletin istiklâlini, hayatını kurtarmaya çalışırken, hilafet ve saltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok meşgul olması sakıncalıdır.Şimdilik bunlardan hiç söz etmemek yüksek menfaatlerimiz gereğidir.Eğer maksat, bugünkü halife ve Padişah’a bağlılık ve sadakattan ayrılmadığını söylemek ve belirtmekse, bu zat hâindir. Düşmanların vatan ve millet aleyhinde kullandıkları bir maşadır. Buna halife ve padişah deyince, millet onun emirlerine uyarak düşmanın emellerini yerine getirmek mecburiyetinde kalır. Hain veyahut makamının kudret ve yetkilerini kullanması yasaklanmış olan zat, zaten padişah ve halife olamaz. O halde“onu tahttan indirip yerine derhal diğerini seçeriz” demek istiyorsanız,buna da bugünün durum ve şartları elverisli değildir. Çünkü tahttan indirilmesi gereken zat, milletin yanında değil, düşmanların elindedir. Onun varlığını yok sayarak bir diğerine itaat etmeyi tasavvur ediliyorsa, bugünkü halife ve sultan haklarından vazgeçmeyerek İstanbul’daki kabinesiyle, bugün olduğu gibi makamında oturup faaliyetini devam ettireceğine göre, millet ve yüce Meclis, asıl gayesini unutup da halifeler davasıyla mı uğraşacaktır? Ali ile Muaviye devrini yaşayacağız? Özet olarak,bu konu geniş, nazik ve önemlidir. Çözümü, bugünün işlerinden değildir.
Meseleyi kökünden çözmeye girişecek olursak, bugün içinden çıkamayız. Bunun da zamanı gelecektir.
Bugün koyacağımız kanunî esaslar, varlığımızı ve istiklâlimizi kurtaracak olan Millet Meclisi’ni ve millî hükûmeti güçlendirımeyi hedef almış bir anlam ve yetkiyi içine almalı ve ifade etmelidir.
Efendiler, bu açıklamalarımdan bir hafta önce, ben de Meclis’e bir tasarı vermiştim. 13 Eylül 1921 tarihli olup siyasî, sosyal, idarî, askerî görüşleri özetleyen ve idarî teşkilât ile ilgili kararları içine alan bu tasarı,Meclis’in 18 Eylül 1921 tarihli toplantısında okundu. İşte, bu tarihten daha dört ay geçtikten sonra yürürlüğe giren ilk Teşkilât-ı Esasiye Kanunubu tasarıdan çıkmıştır.